top of page
  • Yazarın fotoğrafıMehmet BERCA BALKIŞ

Zamanda yolculuk yapmak isteseydiniz kiminle buluşmak isterdiniz?

Güncelleme tarihi: 1 Kas 2023




Mekân: 1874 yılında açılmış. Açılalı 140 yıldan fazla olmuş. Yerin altında bodrum kat. Penceresiz mekân. Yazın hava sıcaklığı 30 dereceye geçmesine rağmen burası serin oluyordu. İçeride tavandan sarkan altı şapkalı avize ve girişteki duvar lambası aydınlatıyor ortamı. Her şey sepya tonlarına bürünmüş. Saate bakmadan hece mi gündüz mü anlaşılmıyor. Üç büyük antika saat var. Ancak her birinin akrebi farklı bir zamanı gösteriyor. Mekânın kapısı açıldığında, “ding dong” sesi duyuluyor. Üç sandalyeli bar, tezgâh ve üç adet iki kişilik masa var. Gizli saklı şeylerin konuşulabileceği mekân havasında. Havalandırması yukarlarda olan vantilatör sayesinde oluyor. Kahveye girmek için zemin kattaki merdivenlerden indikten sonra iki metre yükseklikteki sert ahşaptan yapılma geniş kapıdan geçmek gerekiyordu. Zil kapı açıldığında çalıyordu ama gelen kişi hemen görünmüyordu çünkü geçmesi gereken küçük bir ala vardı. Hayalet Kadın: Tuvalete yakın oturuyor. Beyaz, kısa kollu elbise giymiş ya kış kadın sessizce kitap okuyor. Geçmişe dönülmesi için masadan kalkması gereken kadın. El çantasından beyaz bir mendil çıkarıp… Tuvalete günde sadece bir defa gidiyor. Ve Uzun siyah saçlı. Bembeyaz şeffaf tenli. Ceketi yoktu. Hayalet olarak tanımlanmasına rağmen dokunulabiliyordu. Kendine dokunanı lanetliyor. Onunla sadece Kazu iletişim kurabiliyordu. Ancak o zaman geçmişe gitmek isteyen onun sandalyesise oturabiliyor.

Roman Özeti:

Tokyo’nun ara sokaklarından birinde, bodrum katında Funiculi Funicula isimli küçücük, penceresiz bir kafe var. Yalnızca birkaç masa ve sandalyeyle dolacak kadar küçük. Önünden geçenlerin çoğunun tabelasını fark bile etmediği bir kafe bu. Bariz sıradanlığına

ve gösterişsizliğine rağmen bu kafeyle ilgili kulaktan kulağa gezen ilginç bir şehir efsanesi var: Söylentiye göre eğer burada bulunan özel bir sandalyeye oturursanız istediğiniz bir zaman dilimine dönebiliyorsunuz. Yani burada zamanda yolculuk yapılabiliyor! Ama bir dizi kurala uymak zorundasın.


Bu kurallar neler mi?

§ Zamanda yolculuk yapmak isteyen müşteriler belirli bir sand


alyeye oturmalı. O sandalyede bütün gün bir hayalet oturuyor. Yalnızca bir kez, kısa bir süreliğine kalkıyor. Sandalye o aralıkta müsait oluyor sadece.

§ Zamanda yolculuk yapacakların görüşecekleri kişi de daha önce bu kafede bulunmuş olmalı.

§ Zamanda yolculuk yaptıkları sürede o sandalyeden kalkmamalılar. Kalktıkları anda şimdiki zamana geri dönerler.

§ Önlerindeki fincana bir seremoniyle dökülen kahveyi soğumadan önce içip, şimdiki zamana dönmeliler. Yoksa sizde hayalet olursunuz.

§ Ve en önemlisi ne yaparlarsa yapsınlar ne söylerlerse söylesinler, Geçmişi ve geleceği asla değiştiremezsiniz.

§ Zaman yolculuğuna çıkan bir insan ikinci defa bu deneyimi yaşayamaz.

Duvardaki antika saate kulak verin, “tik-tak, tik-tak, kahve birazdan soğuyacak.

Bunlardan en can sıkıcısı tabii ki sonuncusu. İnsan bir şeyleri değiştiremeyecekse, neden geçmişe gitsin ki? Zaten çoğu insanın geçmişe gitmek istemesinin sebebi, bir şeyleri değiştirebilmek.

Bu kurallardan dolayı daha önce geçmişe gidip gelmiş biri olup olmadığı bilinmiyor. Çünkü bu kurallar geçmişe dönmenin bütün cazibesini alıyor anlaşılan. Dolayısıyla bu kafenin gizemi bir şehir efsanesi olarak kalmış.


Kitapta dört ziyaretçinin hikayesini ve yolculuklarının mucizevi sonuçlarını anlatıyor



I.Bölüm: Aşıklar


Fumiko Kiyokawa:

Altı dili ana dili gibi konuşabiliyor. Bilişim şirketinde çalışıyor, son derece kariyer odaklı biri. 29 yaşında. Üzerinde beyaz gömlek, siyah etek ve ceket. Keskin hatları minik dudaklara, omuzlarına dökülen siyah saçlara ve dikkat çekici vücut hatlarına sahip. İşine erkeklerden daha fazla önem veriyor. Goro ile buluşmasına uçuk pembe şık bir elbise, ince, bej bir ceket ve beyaz ayakkabılarla geliyor. Goro ile randevularının dışında iş kıyafetlerinden başka bir şey giymiyor.

Goro Katada:

Sistem mühendisi. 26 yaşında Fumiko’dan üç yaş küçük. Daha yaşlı görünüyor. Bilgisayarda oynanan çok oyunculu rol yapma oyumlarını seviyor. Amcası oyun geliştiricilerinden biri dünya çapında ünlü. Goro’nun hayali bu şirkete girmekti.


Fumiko adında genç bir kadının sevgilisiyle ayrılık sahnesine şahit oluyoruz. Duygudan, hatta konuşmadan yoksun bu ayrılık sonrasında sevgilisinin Amerika’ya gidişiyle yalnız kalan Fumiko’nun tek isteği, o güne geri dönerek Goro’ya “gitme” demek. “Gitme diye haykırmak istedim ama gururumdan yapamadım.” sf:17

Bunun sebebi ise ailedeki tek bekar olması ve hayattaki yegâne hedefinin evlilik hâline gelmesi. Kadın kalktığında sandalyeye geçerek geçmişe gidiyor ve ayrılık konuşmasını tekrar yaşıyor. Fumiko hislerinde dürüst olup sevgilisine daha ılımlı yaklaşınca, aralarına sessiz bir mesafe koyan bir sorun olduğunu öğreniyor. Goro: “Senin için doğru erkek olduğumu hiç düşünmedim.”, “Çünkü bende bu var…” elini alnının sağ tarafına örtmek için taradığı saçlarında gezdirdi. açtı. “Nasıl olsa benden daha yakışıklı birisini bulabileceğimi düşündüm.”

(Asla… Bunun nasıl düşündün.)

“Hep böyle düşündüm…”

(Asla!)

…..

(Böyle hissettiğini bilmiyordum.)

“Üç yıl,” dedi Goro yüzünü dönmeden. “Lütfen, üç yıl bekle sonra döneceğim, söz veriyorum.”

Hayalet kadın tuvaletten döner yerinde oturan: Fumiko’ya “kalk” der, yerine oturur. Kadın yüzündeki hafif tebessümle elindeki Aşıklar adlı kitabı kenara bırakır.

II.Bölüm: Karı Koca


Fusagi:

Kafede hep aynı masaya oturuyor, eğer masa dolu ise mekânı terk ediyor. Kapıya yakın oturduğu masasın üzerindekileri okuyor, yanında taşıdığı deftere sürekli not alıyor. Alzheimer hastası. Okuma yazma konusunda zayıf. Kohtake’nin kocası karısını altı aydır evlenmeden önceki adıyla çağırıyor Kohtake.

Kohtake:

Yerel bir hastanede hemşire. Fusagi’nin karısı. Kırk yaşlarında. On beş yıldır kafeye geliyor.


Alzheimer hastası olan Fusagi ve artık kim olduğunu hatırlamadığı eşi Kothake’yle de bu sistemle tanışıyoruz. Hemşire olan Kohtake isimli bir kadın, Alzheimer hastası kocası Fusagi unutmaya başladığı için, ondan bir mektup almaya geçmişe gidiyor. Çünkü Fusagi bu mektubu yazmış ama Kohtake’yi vermeyi unutmuş. Bu mektubu okuyunca Kohtake, kocasının hastalığıyla aslında nasıl tek başına mücadele ettiğini, kocasının en büyük korkusunun onu unutmak olduğunu öğreniyor. Ve ona olan sevgisi daha da güçlü oluyor. “Beni unutunca yanında bir hemşire olarak kalırım,” demesinin aslında kocasının hiç de istemediği bir şey olduğunu öğrenip, Fusagi’nin isteği, Kothake’nin onunla ilgilenmesi değil de hayatına devam etmesiyken, bu mektubu okuyan Kothake kocasıyla yalnızca bir hasta gibi ilgilenmeyi bırakarak her gün yeniden kendini hatırlatmaya başlıyor.

“Yani unuttum mu? Seni unuttum mu?” diye mırıldandı Fusagi yere bakarak.Sf: 98.


III.Bölüm: Kız Kardeşler


Yeoko Hirai: Otuz yaşlarında. Gece kulübü işletiyor. İşe girmeden önde mutlaka kahve içiyor. Ilk gelişi yedi yıl önce; 24 yaşında. Ailesi otel işletiyor. Ailesi otelin işletmesini ona devretmek istedikleri için evini terk etmiş. Ailesi onu reddetmişti. Kumi Hırai’nin ablası.

Kumi Hırai: Yeoko Hirai’nin kız kardeşi her sene eve dönmeye ikna etmek için kafeye gelir.


Yeoko Hirai ve Kumi Hırai adında iki kardeşin hayatına tanıklık ediyoruz. Aile otelini işletmeyi reddeden Yeoko tüm yükü kardeşi Kumi’ye bırakarak ailesini terk etmiş ve Kumi ablasıyla bağ kurmak için devamlı olarak onu ziyaret etse de Yeoko ondan kaçıp durmuş. Kardeşinin son ziyaretinde de onunla görüşmeyi reddeden Yeoko, Kumi’nin dönüş yolunda bir kaza geçirdiğini ve öldüğünü öğrenince üç gün öncesine dönerek Kumi’yle buluşuyor. Artık bazı şeyler için çok geç de olsa, kardeşini ne kadar yanlış anladığını öğreniyor bu yüzleşmede. Ve Amacını bambaşka bir şey sanırken, küçük kız kardeşinin tek istediğinin ablasıyla olmak olduğunu anlıyor. Sonunda buradaki hayatını bırakıp kardeşinin anısına oteli devralmaya memleketine gidiyor.


IV. Bölüm: Anne ve Çocuk


Kazu Tokita:

Kahvenin sahibinin kuzeni. Tokyo sanat üniversitesinde okuyor. Güzel yüzlü, beyaz tenli, badem gözlü bir kız. Göze çarpan biri değil. Kuzenine, “abi” diyor. Sadece kendi gözlemleyebildiklerini kara kalem çizim yapıyor. Çizimleri aşırı gerçekçi. Kimsenin düşüncelerine karşı koymaya çalışmalarına aldırış etmiyor. Onlara meydan okumayı yeltenmez. Güvenlikli uzaklıkta kalıp, etkilenmemeye çalışır. Soğuk mizaçlı. Babası kalp krizinden ölmüş. Kafede Hayalet kadınla iletişim kurabilen tek kişi. Hayalet kadın sadece Kazun’in isteklerini reddetmiyor belki bu da bir kural.


Nagare Tokita: Kafenin sahibi, iri yarı bir adam. 23 yaşında Kei Tokita ile evlenmiş.

Kei Tokita’ın Doğuştan gelen bir kalp hastalığı var. Açık tenli zayıf. 20 yaşında Nagare Tokita ile evlenmiş.

Kei çocuğunu doğurmak istiyordu. Ancak kalp hastalığı nedeniyle kendisinin ve çocuğunun doğum anında ölüm riski vardı. Kocası da karısının sağlığı için doğurmasına karşıydı.

Son birkaç gün durumu hızla kötüleşmişti. Sf:168



KİTABIN TETKİKİ



Tetkikimize mekândan başlatalım. Mekânın ismi: “Funikuli Funikula”. 1880’de İtalya’nın Vezüv Yanardağında hizmete giren, “ilk füniküler açılışı için yapılışmış şarkı. Bu füniküler sistemin ardından yüz yirmi yıl geçmiş ve hala dinleniyor. Yine çocuklar doğuyor, yine büyüyor, yine dünya savaşıyor, evlerin çatılarından karyolalara, sofralara yine ölüm yağarken, on dok

uzuncu yüz yıldaki bir füniküler sistemin açılış şarkısı olan, “Funiculi Funicula” nesilden nesile geçiyor, el çırparak, ayakla tempo tutarak, "hep birlikte" coşkuyla söyleniyor. Fotoğraflar hikayemizi daha iyi anlamamıza katkıda bulunmaktadır.

Füniküler: Bir dağ veya tepe gibi dik eğimli araziye döşenen kablolu demiryolu sistemidir.

Romandaki hikâyeler birbiriyle iç içe geçmiş durumda. Karakterlerin hepsi ya kafenin müdavimleri ya da çalışanları, ya da!… Bu kafe küçük bir ev, karakterlerimiz de aile gibi. Bu da kitapta bir bütünlük olmasını sağlıyor hikâyeleri birbirine bağlıyor. Ancak kitabı okuduğumuzda bütün olaylar birbirini takip eden bir zaman diliminde geçtiğini zannedersek yanılırız!

Yazar, okuyucusunun hayal gücünü harekete geçirmek amacıyla mekanın adını “Funikuli Funikula” seçtiğine inanıyorum. Ve mekânı, füniküler sistem üzerinde çalışan vagonun yolcularını aldığı istasyonda beklerken ki haline benzetilmiş.

Elbiseli kadını kondüktördür olarak düşünebiliriz. Her seferden sonra dinlenmek için kendine ait sandalyeye oturur, kahve söyler kahvesi bitince - vagona, sefer için geri döner; gideceği yere gidip dönmesi bir kahve içimlik süredir- tuvalete gider. Sefer sonrası sandalyesine oturana kızar. Mekandaki herkesi tanır; Hikayelerini bilir. Resmi görevli olduğu için ciddidir, dokunulmazdır.


Duvarda üç saat vardır. Soldaki geçmişi, ortadaki şimdiki zamanı, sağdaki ise geleceği gösteriyor.

Beyaz fincan, beyaz elbise, beyaz ayraç, beyaz gömlek… Beyaz rengi özellikle işlemiş -leitmotiv - yazarımız. Japon kültüründe beyaz ölümü temsil ediyor. Ayrıca tavandan sarkan altı- altı rakamı negatif ve uğursuz çağrışımlarıyla bilinmektedir- şapkalı avize etrafı aydınlatıyor. Her yer sepya - koyu kahveye yakın siyah şeffaf boya - tonlarına bürünmüş. Mekân ortamı gizemli ve karamsar, adeta güneşini kaybetmiş bir dünya. Karakterlerimizin hikayelerinde de bunu hissediyoruz.

Kafede küp şeker kullanılmıyor. Küp şeker kesme şekere göre daha geç çözülür. Vagon geri dönmeden – kadın tuvaletten dönmeden- sandalyeye oturan kalkmalı; küp şeker kullanılırsa seferler aksatır. Sf:23


Tezgâhın üstüne Nagare’nin kağıt peçetelerı katlayarak yaptığı birkaç küçük turna kuşu sıralanmıştı. Sf:169 Turna kuşu Japon kültüründe önemli bir yere sahiptir. Kültürüne göre bin tane turna kuşu katlayan bir kişiye dilek dileme hakkı verilir. Hikayemizde Nagare’nin tek dileği eşi Kei’nin sağlıklı olması.

Kei şişeyi masaya koyarken, “bir müşterini hediyesi” dedi. Şişede, “seven happinesnesse” yazıyordu. Japon mitolojisinde, yedi şans tanrısına gönderme yapmış. Sf: 76

Elbiseli kadın elindeki, “aşıklar adlı kıtabını yüzünde hafif bir tebessümle kenara bırakır. Sf 59 hiç gülmeyen elbiseli kadının gülümsemesini -daha sonraki gelişmelere okuduğumuzda- her şey yolunda gidecek olarak anlayabiliriz. Karı koca ve kız kardeşler hikayelerinin sonunda elbiseli kadın kitabı okumaya devam eder. Bu da bize süz konusu hikâyelerin değişmeden süreceğini anlatır. Anne ve çocuk hikayesinde ise Elbiseli kadın kitabını henüz bitirmeden arasına kırmızı – mutluluğu temsil eder- kurdeleli ayraç yerleştirir ve kitabı kapatır. Keie’ye bakan kadın onunla göz göze geldiğinde sadece bir kez kibarca göz kırpar ve sandalyesinden kalkar. Bu ilk olan bir durumdur elbiseli kadın isteyerek Kei’ye yerini verir. Sf :172

Ana ve kız hikayesi kitabın en karmaşık hikayesi olarak kabul edebiliriz

Kei geleceğe gitmek ve kızını görmek ister. Kei, onu çeken bir şey varmış gibi sandalyeye doğru yürüdü. Kazu Kei’ye, “kaç yıl sonraya, hangi aya, hangi güne ve hangi saate?” diye sorar. Kei, “on yıl sonra, 27 Ağustos, saat 15” yanıtını verir. Sf :176 Ancak on yıl sonrasına değil on beş yıl sonrasına gider ve saat on ’dur.

Mekanda bir değişiklik olmamıştır. Barda Sağ kaşından sağ kulağına uzanan yanık izin bulunan otuz yaşlarında bir genç vardır. Kazu ve Nagare Hokkaido’da taşındıklarını ögrenir.

Sonunda Kocaman güzel gözlü, bej rengi balıkçı yaka kazak, ekose mini etek, siyah çorap, yosun kahvesi bot giymiş. Lise çağlarında. Gelecekten gelmesine rağmen kafede kendisiyle fotograf çektiren Kızının yanında olamadığı için hep suçluluk duyan Kei, kızı Miki’yle yaşadığı yüzleşmeden sonra şimdiki zamana içini rahat bir şekilde döner.

Barda Sağ kaşından sağ kulağına uzanan yanık izin bulunan otuz yaşlarında genç kim?

Gora sözünü tutmuş üç yıl sonra dönmüş ve Fumiko ile evlenmiş. Genç aşıkların çocuğu. Gencin yüzündeki iz Gora’da da vardı.


Hikaye bir zaman diliminde geçmiyor bir yaşam içinde olanları bize aktatıyor.


Bu kitaptan bize kayıptan sonra hayatı nasıl yaşayacağımız öğretiliyor. Geçmiş değiştirilemez ama yaşadığımız hayata göre bir geleceğimiz olabilir.Sınırsız şansları, zamanları yok. Tek bir şansları ve önlerindeki kahve soğuyana kadar zamanları var içlerinde kalanları söylemek, merak ettiklerini sormak için. Zaten hiçbir şey de değişmeyecek. Yaşananlar yaşandı, gidenler gitti, geri getiremeyecekler onları. Bunu bilip kabullenmek, karşılarındakini daha anlayışla dinlemelerini sağlıyor. Çünkü ellerinde kalan tek şey bu, o anki iletişim. Birbirimizi daha iyi anlamak için bir kahve soğuyana kadarki süre yetiyor aslında. Bunu hatırlattı kitap bana. Yeter ki o zamanın geri gelmeyeceğinin ve değerinin farkında olalım. Topu topu kaç dakikada içilir bir kahve? On, on beş? Ama bu kısacık sürede en derin, en keyifli sohbetlerimizi ederiz. Dostluklar kurup dertler, mutluluklar paylaşırız. Alt tarafı bir fincan kahve. Ama neler sığdırıyoruz o küçük fincanın içine.

Yazar Hakkında: Toshikazu Kawaguchi 1971'de Japonya'nın Osaka kentinde doğdu. Daha önce Sonic Snail adlı tiyatro grubu için yapımcılık, yönetmenlik ve yazarlık yapmıştı. Bir oyun yazarı olarak COUPLE, Sunset Song ve Familiy time gbi eserleriyle tanınmıştı. Kahve Soğumadan Önce oyunuyla, Suginami Drama Festivalinde büyük ödülünü kazanmıştır. Kahve Sogumadan Önce, roman türünde ilk eseridir. Aslen tiyatro oyunu olan bu kitap, yurtdışı baskısını hazırlayan editörün, oyunu seyrettikten sonra yazarı bu oyunu kitaba çevirmeye ikna etmesiyle ortaya çıkmış. Kitabın Japonca orijinali 2015 yılında basılmış. 2021’de ise Epsilon Yayınevi tarafından Türkçeye kazandırılmış. Kitabın Künyesi: Orijinal Adı: Before the Coffee Gets Cold Yazar: Toshikazu Kawaguchi Yayın Yönmetmeni: Aslı Tunç Yayıma Hazırlayan: Şebnem Soral Tamer Editör: Gizem Çiçek Kapak Tasarımı: Merne Özbey Keleş Sayfa Tasarımı: Ceyda Çakıcı Baş Yayımlayan: Epsilon Ticaret ve Sanayi A.Ş Sayfa Sayısı: 196 Roman Ebatları: 21X13.5 cm


Luciano Pavarotti'nin Funiculi Funicula'sı






Dün akşam anita nereye gitti biliyor musun? Bu nankör kalp bana daha fazla nispet yapamazdı. Kalbim yanar gökyüzüne bakmaktan yoruldum Haydi fünikülere Binip gidelim ( nakarat) Haydi yollardan dağlara gidelim Oralarda Fransa, Procida, İspanya görünür Ama benim gözüm sadece seni görürü Çek halatı gökyüzüne çıkalım Rüzgar gibi gidelim Nakarat Anita finükülerle yukarı çıktı Çıktı indi çıktı indi sonunda burada Başı döndü hep ama hep senin etrafında

Bu yüreğim daima Annina bir gün benimle evleneceksin şarkısını söylüyor nakarat Şimdi gecenin bu saatinde anlatabileceğim birisi olmadığı için yazacaklarım, 1880'de İtalya'nın Vezüv Yanardağı'nda hizmete giren "ilk füniküler"in açılışı için yapılmış bir şarkının - yani "Funiculi Funicula" hakkında öğrenip, paylaşmaya can attıklarım. Düşünsenize, o günün olanaklarıyla Pompei kentini yutmuş bir yanardağın kraterine gidip gelen bir vagonlu sistem kurulmuş. Bu ilk füniküler sistemin ardından yüz yirmi yedi sene geçmiş ve hala yassı bir ekrana bakarak dinlenilirken hakkında bu satırlar yazılmış. ** ** ** Bu Napoliten şarkı, o günün heyecanıyla büyük bir coşkuyla sevilip, bütün İtalya'da dillere dolanıyormuş. Öyle ki, 22 yaşındaki Alman besteci Richard Strauss, 1886'daki İtalya gezisinde şarkıyı duyuyor ve melodisindeki serseri havaya vuruluyormuş. Ancak Funiculi Funicula'yı geleneksel bir İtalyan halk ezgisi sanıyor ve bestelediği "Aus Italien" senfonik şiirine koyuverince, kendisini besteci Luigi Denza tarafından mahkemeye verilmiş buluyormuş. Strauss, aradan geçen yıllarda bir yandan Aus Italien'in her çalınışında Denza'ya para öderken, bir yandan da hayatımın filmlerinden Stanley Kubrick'in "2001 A Space Odyssey"inin açılışındaki unutulmaz "Also Sprach Zarathustra"yı dünyaya getiriyormuş. Kim bilir, belki de aynı talihsizlikle, aynı ismi taşıyan kitabından ötürü Friedrich Nietzche tarafından da mahkemeye veriliyor, ona da ödeyip duruyormuş. Yıllar sonra Almanya'da Naziler iktidara geldiğinde, Goebbels tarafından Reichsmusikkammer'in başına getirilmesi, 1936 Olimpiyatları'nın marşının besteletilmesi, bu apolitik müzik efsanesinin yaşamının diğer talihsizliklerini oluşturuyormuş. ** ** ** Çocuklar doğuyor, çocuklar büyüyor, büyükler savaşıyor, büyükler ölüyormuş. Onlarca yıl bir su sayacındaki rakamlar gibi geçiyor - yine çocuklar doğuyor, yine büyüyor, yine dünya savaşıyor, evlerin çatılarından karyolalara, sofralara yine ölüm yağarken, on dokuzuncu yüz yıldaki bir füniküler sistemin açılış şarkısı olan Funiculi Funicula nesilden nesile geçiyor, el çırparak, ayakla tempo tutarak "hep birlikte" coşkuyla söyleniyormuş. Serseri melodi, savaş öncesi 1935 Oscar'ına da aday gösterilmiş olan: "Love Me Forever" filminde, kendisine aşık olmadığını bildiği halde, her şeyini yıldızı yükselen bir genç sopranoya adayan çaresiz aşkın filminde yankılanırken, dünya yerle bir olduktan sonra da, 1950 yılında Mario Lanza tarafından "Aşk Her Yerde" tanımıyla dilden dile, dikenli tel tanımadan ülkeden ülkeye dolaşıyormuş. Kendisine "Shine" gibi pek çok unutulmaz filmde de yer bulan, Grateful Dead gibi uçmuş gitmiş grupların konserlerinde bile coşkuyla çalınan, Fred Çakmaktaş ve Barney Moloztaş'ın bile söylediği Funiculi Funicula, Bir yirmi birinci yüz yıl gecesi, bu dünyadan bir Luciano Pavarotti geçip giderken de nefes nefese yazılıyor, sanki Vezüv eteklerinde bir kurdelenin kesilişini izlerkenki coşkuyla bininci, Funiculi Funicula'sı: http://www.youtube.com/watch?v=oqUOlT2JXbU


16 görüntüleme0 yorum

Comments


bottom of page