Bir Gerçeküstücülük ve Realist Söylem Şaheseri.
Aydınlanma çağının görmeyi ve duymayı yüceltip, koku duygusunu bastırmasıyla ilgili bir anlatımı vardır.
Alman Bildungsroman - insanın ruhsal gelişimini ve oluşumunu ele alan- stiliyle yazılmış bir romandır.
Hikayenin geçtiği yer ve zaman:
Patrick Süskind'in bu romanına konu olan olay, 18. yüzyılda Paris’in Rue Aux Fers’de geçer. Olayların geçtiği birçok sokak adı, Rue Saint Martin, Rue aux Fers ve Cimetiere des Đnnocents gibi bazı yerler, şu anki Paris şehir haritasında bulunmamaktadırlar. Bunlar yazar tarafından kurgulanmış yerler olabileceği gibi, daha sonra ismi değişmiş mekânlar da olabilir. Roman içinde Pont Royal, Rue de Seine, Pont au Change, Pont Neuf gibi sokak ve köprüler bugünkü Paris haritasında yerlerini koruyan gerçek mekânlardır
Romanda, 18. yy Fransasında, 17 Temmuz 1738 tarihiyle Grenouille’nin doğum tarihini, 15 Nisan 1767 ile idam edileceği tarih arası yani 29 yıl ve 22 günlük bir zaman dilimi anlatılır. Başka bir deyişle bu süre yaklaşık 10 saatlik bir okuma süresi içinde anlatılır.
Roman Kahramanları:
Jean-Baptiste Grenouille: Romanın ana karakteridir. Grenouille, tuhaf bir biçimde dünyaya gelir ve doğduğu andan itibaren olağanüstü bir koku duyusuna sahiptir. Parfüm yapma konusundaki yeteneği ve koku takıntısıyla dikkat çeker. Aynı zamanda acımasız ve saplantılı İnsani duygulardan yoksun, kokuya zaafı olan bir karakterdir.
Giuseppe Baldini: Tüm insani duygulardan yoksun, aşk sevgi ve başkalarını düşünme vb. duyguların hiç birine sahip olmayan ve salt kokulara karşı fazlasıyla duyarlı bir insan. Ünlü bir parfüm yapım ustasıdır. Grenouille ile tanıştıktan sonra onun yeteneklerini keşfeder ve onu yanına alarak parfüm yapma sanatında ustalaşmasına yardımcı olur.
Antoine Richis: Fransız bir soylu ve Grenouille’ün son kurbanlarından birinin babasıdır. Kızının hayatı tehlikededir ve Grenouille’ün izini sürmek için onunla birlikte hareket eder.
Laure Richis: Antoine Richis’in güzel kızıdır ve Grenouille’ün son kurbanlarından biridir.
Madame Gaillard: para karşılığı çoçuk bakan bir kadın.Grenouille’ün yetimhanede büyüdüğü süt annesidir. Ona kötü davranır ve onun farklı olduğunu anlar.
Marquis de La Taillade-Espinasse: Diğer bir kurbanıdır ve Grenouille tarafından öldürülür
Peder Terrier: Grenoulle 'un yetimhaneye verilmesini araçılık eder.fugur merhamet kisvesi altında işlevsiz ve zalim bir yapı olarak gösterilir
Jeanne Bussie: süt annesi para karşılığı çocuklara bakan bir kadın
Yan Karakterler:
Taillade-Espinasse
Madam ArnulfiLaura Richis
Grenouille'ün Annesi
Grimal
Dominique Druot
The Plum Girl
Chénier
Konusu:
Jean Babtiste Grenouille, Fransa’da yılın en sıcak günlerinden birinde Pariste krallığın en pis kokan yeri rue Aux Fers ile Rue de la Ferronneria arasında bir balıkçı tezgâhının altında doğdu. Öyle bir doğum ki, annesi daha önceki beş çocuğunda da yaptığı gibi, sancı geldiği gibi balık bıçağıyla o anda işi halletti. O dönemde kentler, caddeler gübre, sidik, çürümüş tahta ve sıçan yağı gibi pis kokularla kaplıydı ve Grenouille de işte böyle pis kokuların içinde doğdu. yerde serili balık artıklarından pek farklı değildi, çok da yaşamazlardı; akşam olunca yerde ne varsa kürek kürek toplanır, el arabasıyla karşıya, mezarlığa ya da aşağı, ırmağa taşınırdı.
Doğumun ardından annesi ölü balıkların pis kokuları nedeniyle tezgâhın yanına düşüp bayıldı. Yeni doğan çocuk koşuşmalar, bağrışmalar ve değerlendirmeler sonucu sütanneye verildi. Annesinin ise daha önceki çocuklarını da bu şekilde doğurup ölüme bıraktığı için kafası uçuruldu.
Sütanne birkaç zaman geçtikten sonra bu çocuğun diğer çocuklardan farklı olduğunu sezdi. Ne yaparsa yapsın bu çocuk insan gibi kokmuyordu. Bunun ardından onun bir şeytan olduğunu düşünüp elinde sepetle Papaz Terrier’e gitti ve çocuğu ondan almasını istedi. Papaz onu para karşılığında başından savmaya çalıştı ama sütanne para istemediğini, yalnızca bu çocuğun insan olmadığını ve çocuktan bir an önce uzaklaşmak istediğini söyledi.
Bunun üzerine Peder de çocuğu kendinden uzaklaştırmak istedi. Çünkü sütannenin söylediklerine inanmaya başladı. Madam Galliard adında tanıdığı başka bir sütanne vardı ve çocuğu ona teslim etti, bir yıllık ücreti de peşin ödedi. Zaman geçti, Granouille Madam Galliard’ın evinde büyüdü.
Granouille o kadar nefret edilecek ya da tiksinilecek bir çocuk olmamasına rağmen orada da onu kimse sevmedi. Granouille de tüm insani duygulardan yoksun olarak büyüdü. Aşk, sevgi, başkalarını düşünmek gibi duygulardan hiçbirine sahip olmadı. Granouille’nin ahım şahım bir zekâsı da yoktu; ancak, diğer insanlar gibi kokusu olmamasına rağmen çok iyi koku almaktaydı.
Hatta kilometrelerce uzaktan bile her kokuyu ayırt edebiliyordu. Granouille genç bir çocuk olduğunda bir dericinin yanında çalışmaya başladı ve orada çalışkanlığını gösterdi. En zor işleri bile rahatlıkla yapabiliyordu. Çalışkandı çalışmasına ama kafasında bir parfüm dükkânında çalışmanın hayalini kuruyordu.
Bir gün patronu tarafından, işlenmiş derileri bir parfüm dükkânına teslim etmek üzere gönderildi ve orada kokular konusundaki marifetini gösterince parfümcü çocuğu işe almak istedi. Parfümcü iyi bir para karşılığında Granouille’yi dericiden aldı. Parfümcü şehrin en iyi parfümcülerinden biriydi. Ancak son zamanlarda işleri iyi gitmiyordu ve iflas etmek üzereydi. Granouille’nin üstün koku yeteneği sayesinde çok iyi kokular üretmeye başladı ve bu sayede dükkân sahibi tekrar şehrin en ünlü parfümcüsü olup çok iyi paralar kazandı.
Granouille, dükkân sahibini başarılara götürdükten sonra işinden sıkılmaya başladı ve insan kokusundan da bıkmıştı. Tüm kokulardan uzaklaşmak istedi. Bu amaçla günlerce süren bir yolculuk yaptı ve hiçbir insan kokusunun olmadığı bir dağa yerleşti. Granouille insan kokularından uzakta dağda tam yedi yıl geçirdi. Ardından aklına bir fikir geldi ve dünyanın en iyi kokusunu yaratmak amacıyla geri döndü.
Bu amaçla, genç, güzel ve bakire kızların peşine düştü. Onları öldürmeye ve parfümcülere özel bir yöntemle kokularını almaya başladı. Genç kızların sürekli öldürülmesi şehirde büyük korku saldı. Şehrin en güzel kızının babası durumu anlayıp, kızını kurtarmak için kızıyla bir yolculuğa çıktı. Fakat Granouille’nin en büyük amacı zaten o kızın kokusunu alabilecek yeteneğe sahip olana dek bir sürü kız öldürmekti. Babası ve kızı ne kadar çok uzaklaşsalar da, Granouille kızın kokusunu aldı ve onları konakladıkları yerde buldu. Kızı öldürdü ve kokusunu aldı ve dünyanın en iyi kokusunu üretmiş oldu.
Fakat bir süre sonra cinayetleri işleyenin Granoulle olduğu anlaşıldı ve yakalandı. İdam edileceği gün Granouille ne yapacağını biliyordu. Yarattığı kokuyu sürdü ve idam edileceği meydana indi. Kokusuyla tüm kalabalığı büyüledi ve kimse onu idam etmek istemedi. Ve serbest kaldı. Tüm bunlardan sonra Granouille’nin sonu oldukça trajik oldu.
Granouille doğduğu yere döner. Orada yaşayanların yanına yaklaşırken idam edileceği an sürdüğü kokunun tamamını başından aşağıya döker; oradakiler onu bir melek gibi görmeye başlar ve kendisinden bir parça almak uğruna onu paramparça edip öldürürler.
Kitap, bir Alman yönetmen Tom Tykwer tarafından 2006 yılında Perfume: The Story of a Murderer adıyla sinemaya uyarlandı. Bu film de Türkiye'de Koku: Bir Katilin Hikayesi adıyla gösterildi.
Yazı içinde kullanılan fotoğrafların tamamı film kahramanlarına aittir.
Kitap Tetkiki
Romanında da göreceğimiz gibi, birçok stil ve tür aynı anda kullanılmıştır. Roman bir derleme metoduna dayandırılır. Eklektizm adı verilen bu metotla başka eserlerin fikirlerini, kelimelerini hatta tümceleri alıp, oluşturulan yeni esere eklemek mümkündür.
Örneğin, Süskind’ in geleneksel anlatım tarzı ile eserine yaptığı girişi, Willems, Kleist’ın Michael Kohlhass adlı klasik bir hikâyesinin girişi ile romanın girişine baktığımızda, anlatımdaki benzerlik gözden kaçmayacak niteliktedir.
Aynı şekilde Goethe’nin “Faust” nu anımsatan pasajlar da bulmak mümkün. Grenouille’nin Yedi Yıl Savaşları esnasında yattığı kış uykusu; Faust’un ikinci bölümünde yaratıcılığının önkoşulu olarak yattığı sağlık uykusunu anımsatıyor. Romandaki Peder Terrier’in yakından tanıtılması, bize Faust’taki çalışma odasındaki monoloğu anımsatmaktadır.
Ayrıca, Goethe’nin, Sihirbazın Çırağı şiir, Thomas Mann’ın Dr Faustus’u, J.K. Huysmans’ın Tersine romanı ve Kurbağa Prens masalı… Ve (Charles Pierre Boudelaire, Rainer Maria Rilke, Arthur Rimbaud dahası da görülmektedir.
Bir araya getirilen parçaların karşıt unsurlardan oluşması sorun teşkil etmez, bunlar yapının içinde eşzamanlı olarak bulunabilir ve çoğulculuğun göstergesi sayılabilir. Böylelikle farklı beğenilere sahip kesimlere aynı anda hitap etmek mümkün olur.
Alman dilindeki bir roman için ilk defa postmodern kavramı öne sürülmüştür
Grenouille parfüm damıtma yöntemi aynı zamanda Süskind yazma yöntemidir. Kitapta Grenouille en iyi parfüme ulaşmak için koku toplamaktadır. Patrick Süskind ise Alman edebiyatının en iyi yazarlarından topladıkları metinlerle iyinin en iyisini yapmaya çalışmıştır.
Şehir meydanında onun çarmıha gerilmesini bekleyen kızgın halk kokuyu alır almaz ona adeta bir tanrı gibi tapar ve burada; kamuya açık bir alanda gerçekleşen idam sahnesindeki tüm hiyerarşik yapıların yetkesini bozan cinsel taşkınlık skandalı ve kitle psikolojisi olgularıyla “karnavalesk roman” türü karşımıza çıkar
Grenouille ’de Asperger sendromu olduğundan ve kısıtlı sosyal çevresi nedeniyle duygusal gelişiminin olumsuz yönde ilerler. Hiç sevilmez ve hep sevgiyi arar. Bulduğunda ise ona çok yabancıydı ve üstelik gerçek benliği ile sevilmediğinin farkındaydı.
Grenouille ’de Asperger sendromu olduğundan ve kısıtlı sosyal çevresi nedeniyle duygusal gelişiminin olumsuz yönde ilerler. Hiç sevilmez ve hep sevgiyi arar. Bulduğunda ise ona çok yabancıydı ve üstelik gerçek benliği ile sevilmediğinin farkındaydı.
Grenouille’un dış evreninde hiç mi hiç nesne yoktur, ancak nesnelerin kokuları vardı. Jean-Baptiste’i bırakan veya gitmesine göz yuman herkesin ölmesi detayı, ölen insanların kokuları kayboluyor ve aslında Jean-Baptiste için değerlerini yani kokularını kaybediyorlar.
İnsanların kendisini sevmesi yani ulaştığı anda dayanılmaz bir şey olup çıkmıştı, çünkü o kendisi sevmiyordu insanları, onlardan nefret ediyordu. Birdenbire doyumu hiçbir zaman sevgide değil, nefrette bulmuş olduğunu anladı, nefrette ve kendinden nefret edilmesinde.
Çünkü Grenouille, kendini beğenmiş, tanrı katında hisseden, bencil ve insan öldürmenin herhangi bir vicdani his yaratmadığı kötü bir karakter olarak tasvir edilirken, sevgisizliğin insan tabiatında yarattığı travmatik durumu algıladığında ve herkes kadar insan hatta onlardan kokusuyla eksik bir insan olduğunun farkına vardığında ölümü ertelemek istememektedir.
Bunun yanı sıra kahramanın, sayısız kez hayvanlara benzetilmesi hatta zaman zaman bir “hayvan” gibi gösterilmesi (“kene “kurbağa” “örümcek” gibi) insanlık dışı davranışlar sergileyebileceğine dair birer ipucu gibidir.
Kurbağa
Grenouille’nin sözlük anlamı kurbağadır. Kurbağalar en güçlü koku alma duygusuna sahiptir ve hem karada hem suda yaşarlar. Tehlikeden kaçma, yön bulma, yiyecek bulma gibi anlarda koku duygusuyla hareket ederler. Grenouille tam böyle bir karakter.
Balık
Balık pazarında doğması da anlamlıdır. Balık, Hristiyanlığın ortaya çıktığı ilk dönemlerde Hristiyanların birbirlerini tanımak için kullandıkları gizli semboldür; özetle Balık Hazreti İsa’nın sembolü olarak kabul görmekteydi.
“İsa Mesih Tanrının seçilmiş oğludur.” “Isous CHristos THeou Uios Sote” cümlesinin baş harfleri yan yana getirildiğinde Ichtus kelimesi oluşur; Bu da Yunanca balık anlamına gelmektedir.
Grenouille kokularını alabilmek için öldürdüğü kadınlar neden kızıl saçlı?
Fransız Prof. Austin Galopin, 1886 tarihli Le Parfüm kitabında kızıl saçlı kadınların tüm renklerin en güçlü doğasını yansıttığı ve kehribar ve menekşenin toprağımsı kokusunu yaydığını yazmıştır. Kızıl saçlı kadınların cilt yüzündeki yüksek asit seviyesi sayesinde kokularını daha yoğun biçimde bıraktığı bilinmektedir.
Grenouille'ye Peder'in verdiği Jean-Baptiste adı ne anlama gelir?
Hristiyanlıkta Vaftizci (Baptiste) Yahya (John the Baptiste, Jean-Baptiste) ismiyle bilinir. Annesi Elizabeth Meryem’in kız kardeşidir. Ruhsal temizlik ve kurtuluşu temsil eder.
Hristiyanlığı yaymaya çalışan bir havaridir. Yurtsuz, evsiz, çöllerde dolaşıp, vaazlar vermiştir.
Grenouille ise çürüme, sapkınlık ve insanın en karanlık arzularını temsil eder.
Yazar Grenouille karakterini roman boyunca taşıdığı zıtlıkları, ironiği ve metaforları yansıtmak için seçmiştir. Hem insan doğasını hem de toplumun değer sistemini meydan okuyup sıra dışı karanlık bir figür oluşturmuştur.
Hristiyanlıkta Vaftizci Jean-Baptiste'nin ve Grenouille vahşice öldürülmiştür.
Psikoanalitik yönden baktığımızda,
Empati ve sevgi konusunda yoksun, cinsel, ahlaki, öznel kimlik konusunda yoksun. Ampirik bir yaşamı var. (Bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanabilme.) Sınır kişilik bozukluğu mevcut. (Sonuçlarını düşünmeden hareket etme, duygu ve davranışlarını kontrolde zorlanan kişilik.)
Şizofren, suçlu patolojisine uygun, narsis kişilik bozukluğu. Mesela Baldini ile karşılaştığında parfümü kopyalayıp daha güzelini yapma konusunda aşırı güvenli. Başkalarının gövdeleri üzerinde hak iddia ediyor olması. Bebekliğinden itibaren geçirdiği travmalar sağlıklı benlik oluşumuna engel olmuş. Alt beni çok gelişkin üst beni neredeyse yok. Bu nedenle karakter en tehlikeli suçlu profili çünkü vicdan yok. Dolayısıyla vicdan azabı duymaz a sosyal kişilik bozukluğu üst seviyede
Romanının Kurgusal Özellikleri:
Romanın Anlatıcısı Auktorial, yani tanrısal bir anlatıcı kullanılarak geleneksel tarzda bir giriş yapılmıştır. İlk başta olayın zamanı ve yeri tanımlanıyor ve sahne kaba hatlarıyla belirleniyor. Ardından kahraman ve onun karakterini tanımlayan iki özelliği ile tanıtılır. Kahraman için kullanılan “dâhi” ve “iğrenç” sözcükleri en üstünlük derecesinde kullanılmıştır. Bu sözcükler bir karşıtlık içermekte ve okura sanki “heyecanlı ve sıra dışı bir öykü sizi bekliyor” der gibiler. Tanrısal bir anlatıcının kullanılmasına ve geleneksel bir girişin yapılmasına rağmen, anlatıcının, romanın geçtiği zamanın penceresinden değil de bugünün penceresinden baktığı daha ilk satırlarda anlaşılıyor. Paris’in kokusunu tasvir ederken, anlatıcının yaptığı “Bahsettiğimiz dönemde şehirlerdeki koku, biz modern insanlar için neredeyse hayal bile edilemezdi.” Yorumu onun tarihsel bir mesafeden geçmişe baktığını ortaya koyuyor. Anlatıcının zaman zaman geçmişe bugünün gözlükleriyle bakması, ya da eski üslupta konuşmasına karşın günümüze ait kavramları kullanarak okura hitap etmesi, anlatımda ironik bir hava yaratıyor. Anlatıcı yaptığı insan ve çevre tasvirleriyle okuru adeta 18. yüzyıl Fransa’sına götürür. Ona adeta bir pazaryerinde duruyormuş ve oranın kokusunu alıyormuş hissini yaşatır. Bu anlamda geleneksel anlatıcı tavrı içerisinde olup, olaylara dışardan bakar. Ancak zaman zaman kahramanımızın ve diğer roman karakterlerinin iç dünyasına da ışık tutar. Böylece okur onların düşüncelerini, duygularını, korkularını, mutluluklarını öğrenebilme fırsatını yakalar. Grenouille’nin mağarada girdiği kimlik bunalımını, taşıdığı kaygıları ve korkuları okur ayrıntılı bir biçimde öğrenme fırsatı buluyor. Olaylara hem dıştan hem de içten ışık tutulması, çok perspektifli bir yapıt çıkartıyor ortaya.
Roman içeresinde ironi veya parodi katar. Mizahtan farkı olarak, ironi daha eleştirel yaklaşır. Bu sayede okur, yazarın yazmış olduğu şeyin tersini kastettiğini anlamaktadır. “Koku” romanı dikkatlice okunduğunda, anlatıcıdaki ironik tarzı fark etmemek neredeyse olanaksız. Anlatıcı, Grenouille’nin annesini betimlerken apaçık ironiye başvurur. Anlatıcının olumlu ve güzel şeylerden bahsediyor gibi sıraladığı betimlemeler aslında anlatılanın tersidir. Güzel sayılır diye tanımladığı kadın, “ağzındaki neredeyse bütün dişleri duruyordu ve başında birazcık saçı vardı”, diye okura tanıtıyor. Anlatıcı aynı şekilde “ciddi bir hastalığı yoktu” derken, kadındaki frengi, damla ve baş dönmesi hastalıklarını önemli birer hastalık kategorisine koymuyor.
Son olarak da kadın daha “uzun yıllar yaşamayı umuyordu” derken, 5 – 10 yıl gibi kısa bir süreyi kastediyor. “Koku” romanında ironinin yanı sıra parodi de sık sık kullanılan bir yöntemdir. Örneğin Grenouille’nin, Laura Richis adlı genç kızı öldürdükten sonra, yatağının yanı başında oturması ve hayatının bir film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi ve hayatta kendini mutluluklarla bezenmiş bir kişi gibi görmesi bir parodidir. Burada, ‘hayatın bir film gibi gözün önünden geçme’ klişesi ile dalga geçilmektedir.
Kullanılan sezdirme ve şaşırtma efektlerine de değinmek gerekir. Roman içinde birbirine zıt iki efekti de bir arada bulmak mümkün. Bunlardan ilki şaşırtma efektidir. Okur sık sık kendisini şaşırtan, yadırgatan beklenmedik olaylarla karşı karşıya kalır. Böylece önündeki yapıtın gerçek olamayacağı, bir kurgudan ibaret olduğu hatırlatılır
Grenouille’nin normal bir insanın kaldıramayacağı olağanüstü kötü koşullara ve ölümcül hastalıklara karşın hayatta kalmayı başarması, normal bir insanın sahip olduğu bir kokuya sahip olmaması, ilk âşık olduğu kızı öldürmesi, bir böcek misali kayalıklarda yaşaması gibi olaylar okuyucuyu şaşırtmakta. Ayrıca okurun beklentileri de sürekli boşa çıkartılmaktadır. Örneğin, Grenouille’nin işlemiş olduğu seri cinayetlerinin ardından idam edilmesini bekleyen okur bir şehvet şenliği ile karşı karşıya kalmaktadır. Ya da Grenouille’nin ani ölümü romanın akışı itibarıyla beklenmeyen bir olay olarak karşımıza çıkar. Ayrıca başkahramanın bencil ve kendi dünyasında yaşayan bir katil olması, okurun kendisini onunla özdeşleştirememesini sağlarken, romana bir mesafe ile bakmasına sebep olur.
Diğer bir efekt ise sezdirme efektidir. Romandaki sahneler adeta daha sonra gerçekleşecek felaketlerin habercisi gibidirler. Başlangıçta Rue des Marais’deki kızın öldürülmesi, doruk noktasında Laura Richis’in öldürülmesinin örneğini teşkil eder. Aynı şekilde çocukların Grenouille’i öldürme denemeleri, roman sonundaki öldürülme sahnesi için bir örnek teşkil eder. Sahneler arasındaki bağlantılar önceden sezdirme ve geri dönmelerle sağlanır. Baldini pencereden Seine nehrine baktığında kendisi ile evinin ve servetinin akıntı tarafından sürüklenip götürülüyormuş gibi hissetmesi, romanın ilerleyen sayfalarında gerçekleşecektir. İnsanların katil Grenouille’i bir türlü yakalayamaması sanki ona karşı çaresiz olduklarını sezdirmektedir. Kokuları üretme konusunda Grenouille’nin yaptıkları bir gerilim atmosferi yaratmakta ve romanın sonundaki korkunun doruk noktasını önceden sezdirmektedir sanki. Özellikle romanın eksenini oluşturan Plomb du Cantal’de Grenouille’nin o ana kadar yaşadığı olayları kokularıyla birlikte anımsıyor olması ve bir kriz şeklinde kendini tanıması, bundan sonra yapacakları kötülüklerin bir habercisi gibidir.
Sürekli olarak çağımızın edebiyatında çoktandır kullanılmayan terimler, dilsel kullanım biçimleri ve motifler ile karşılaşılıyor. Bu okurda günümüzde hissettiği bir duyguyu daha önceden aynı ya da benzer bir biçimde yaşamış olma izlenimi yaratıyor
Neredeyse bir üslup kataloğuna benzeyen romanda realist, sembolist, romantik ve natüralist yaklaşımlar bulmak mümkün. Başlangıçtaki Paris tasvirleri adeta bir realist anlatımla yapılmıştır. Ayrıntılı bir biçimde adeta Paris’in haritası çizilmiştir. Dilsel açıdan bakacak olursak son derece estetik ve şiirsel bir dil kullanılmıştır. Bu ise sembolist yaklaşıma mahsus bir örnektir. Grenouille’nin dağlık bir alanda kendi kabuğuna çekilmesi, doğa yürüyüşü ve dünyaya açılması ya da onun bir kokuya sahip olmaması gibi mistik unsurlar romantik yaklaşıma dâhil edilebilir. Sömürünün üst boyutlara ulaştığı ağır çalışma koşulları, insanların şehir yaşamına adapte oluşu ve sıcak insan ilişkilerinin kalmayışı, natüralist niteliktedir.
Koku Çok Katmanlı Bir Romandır
Kapak resminin üzerinde uyuyan ya da ölmüş çıplak bir kadının bulunması, cinsel motifli bir kadın cinayeti olabileceği düşüncesini güçlendiriyor. Böylelikle roman hakkında birkaç ipucu yakalamış bulunur okur. Roman, çeşitli okur zevklerine (polisiye romanı, bilim kurgu ya da fantastik edebiyat eğilimleri gibi) aynı anda hitap ediyor.
Roman içinde örneğin polisiye romanına, fantastik edebiyata, gelişim romanına, sanatçı romanına ve tarihsel romana ait özellikler bulmak mümkün. Postmodern sanatçılar bir taraftan ‘kültürel açıdan seçkinlere’ bir taraftan da ‘sıradan insanlara’ hitap ederek, aralarındaki uçurumu bir köprü ile kapatma gayesindedirler.
Polisiye Romanı Olarak
“Koku” Okur kitlesinin bir kısmını romanın “Bir Katilin Öyküsü” alt başlığı çekmiş olması muhtemel. Gerçekten de roman ‘polisiye romanını’ andıran öğeler taşıyor. Suçlunun maceralı bir biçimde peşine düşülmesi, az bilgiye sahip olan takipçinin perspektifinden yazılması. Sır gibi adım adım tıpkı bir bilmece gibi çözülmeye çalışılması, realist anlatımın yapılması. Çünkü ancak böyle işlenecek olan suç bir tehdit oluşturur ve bu “Koku” romanındaki anlatım zaman zaman polisiye türünün yapısına uyuyor olsa da, olaylar gerçeklik kuralı çerçevesinde gerçekleşmiyor. Katilin karşısına ona eşdeğer, takibi yönetebilen, zanlının izini sürebilecek bir dedektif çıkmıyor. Öyküde zaman zaman perspektif değiştirilse de, daha çok katilin perspektifinden anlatılıyor. Yani olayların izlenmesi, katili ve cinayet motifini bulmaya çabalayan kişilerin penceresinden gerçekleşmiyor. Olaylar katili yakalama çabası gösteren takipçilerin perspektifinden değil de katilin penceresinden yansıtılıyor ve onun hayatının bir evresi gibi gösteriliyor.
Gelişim-Sanatçı Romanı Olarak
Kahramanın çocukluğundan yaşlılığına değin geçirdiği gelişimi anlatan ve genellikle otobiyografik nitelikler taşıyan roman türüdür. Birey çocukluğundan itibaren ele alınır ve geçirdiği gelişim evreleri ve idealine ulaşma çabaları yaşlılığına dek izlenir, olaylar roman boyunca merkezi figürün etrafında gelişir ve biz onun gelişimini hakkında bilgi ediniriz. Roman Grenouille’rin kokuların tanrısı olması ve ölümü ile son buluyor. Onun nasıl parfümün dâhisi haline geldiğini, parfümcülük hakkında nasıl bilgi edindiği aşamaları ve bunun bir sanat olarak yükselmesi fazlaca yer kaplıyor. Romandaki bütünlük, Grenouille’nin yaşamını içeren sahnelerin birbirine bağlanmasıyla oluşturuluyor. Bu motifler ise koku ve cinayet motifleridir. En önemli motif ise ‘cennetten bir Koku’nun yaratıcısı haline gelmesidir.
Tarihsel Roman Olarak
Tarihsel roman, adından da anlaşıldığı gibi konusunu tarihten alır. Geçmişte yaşanan olaylar günümüze yansıtılır. Yazar, geçmişi bugünün gözüyle değil, o günün gözüyle, o günün havasıyla verir; geçmişteki günleri betimlerken o günün koşullarına bağlı kalmak zorundadır. Karakterler, kişilerin konuşmaları, giysileri, yaşama biçimleri, yaşadıkları mekânlar, adet ve töreleri vb. unsurlar o günün koşullarını yansıtmalıdır. Tarihsel roman yazımı derin araştırmalar ve bir bilgi birikimi gerektirmektedir. Koku romanına tarihsel roman bağlamında bakacak olursak 18.yy. Paris tasvirleri oldukça dikkat çekicidir ve bu roman türüne uygun düşecek anlatım yapılmıştır. O günlerde hijyen diye bir anlayış olmadığından büyük kentlere kötü kokular hâkim olur. Koku’da tarihsel kişiliklerin hayatı konu edilmese bile, adlarının geçiyor olması, romanın tarihle olan bağlarını güçlendirme çabası olarak nitelendirilebilir. Romanda anlatılan zamanda yaşamış ünlü kişilerin adının geçiyor olması, okurda okuduğu şeyin gerçek olabileceği izlenimi yaratıyor.
Romandaki insan tasvirleri de sınıflarına uygun davranış ve düşüncelere sahipler. Grenouille’nin annesi, alt tabakaya mensup, yoksul, pazarcılıkla uğraşan, kötü kokan ve kaba davranışlarıyla göze batan bir kadın olarak sahnede yer alıyor. Peder Terrier karşımıza aydınlanmış ve reformasyondan geçmiş bir din adamı olarak çıkıyor. Sepici Grimal, insan sağlığına ve yaşamına değer vermeyen bir kapitalist olarak karşımıza çıkıyor. Marquis de la Taillade Espinasse ise bilimle uğraşabilecek, seçkin insanlarla irtibatı olan bir aristokrattır. Fakat zaman zaman romanda tarihsel olgulara rastlamak biraz zorlaşıyor. O kadar ki Grenouille’nin günlerini mağarada geçirdiği 1756 yılında, Yedi Yıl Savaşları gibi toplumsal bir olgu yaşanmakta ve biz bu konu ile ilgili romanda neredeyse hiçbir bilgi edinemiyoruz. Bu anlamıyla romanın, tarihsel roman olma niteliği de zayıflıyor.
Fantastik Edebiyat Olarak
Türkçe ’de ‘masalımsı’ deyimiyle de kullanılan Fantastik edebiyat kaynağını hayal ve düş gücünden alır. Masallardan farklı olarak roman özellikleri taşırlar. Genellikle doğaüstü olay ya da kişileri konu eder ve bir hayal ürünüdür. Bu roman içinde gizemli ve büyülü olaylar ve kişiler (periler, cadılar) kurgulanabileceği gibi gerçeğe yakın üstün yeteneklere sahip kişiler ve doğaüstü olaylar da tercih edilebilir. Olaylar bir serüven içinde gelişir ve heyecan doruktadır. Koku romanına bu açıdan bakacak olursak roman içinde doğaüstü unsurlar bulmak mümkün. Grenouille’nin her insanın doğal olarak sahip olacağı bir kokuya sahip olmaması ve insanları bundan dolayı ürkütmesi, ölümcül hastalıklardan kurtulması, insanlık dışı koşullarda yaşayabilmesi, olağan üstü bir koku duyusuna sahip olması, üretmiş olduğu koku sayesinde insanların ona bir tanrı gibi tapması, bu türe uygun motiflerdi. Heyecan ve merak roman boyunca okuru alıp sürüklemekte. Zaten fantastik romanları eğlence edebiyatı içinde görmek mümkündür.
Kitabın Yazarı
Patrick Süskind [ˈpatʁɪk ˈzyːskɪnt]. Doğum: 26 Mart 1949), 1985 yılında yayımladığı Koku isimli romanıyla tanınan Alman yazar ve senarist.
Babası Wilhelm Emanuel Süskind, Süddeutsche Zeitung gazetesinde çalışan bir gazeteci ve Nazi döneminin diliyle ilgili eleştirel bir makale koleksiyonu olan Aus dem Wörterbuch des Unmenschen (Gaddarlık Sözlüğü) yayınının ortak yazarlarından biri olmasıyla tanınan bir yazardı. Annesi bir antrenör, abisi Martin E. Süskind ise bir gazeteciydi. Aynı zamanda Vürtemberg aristokrasisinden birçok akraba sahibi olması; Süskind'i, Yeni Ahit uzmanı ve yorumcusu Johann Albrecht Bengel'in ve reformcu Johannes Brenz'in torunlarından biri yapar.
Eserleri:
Oyun- Der Kontrabaß (Kontrabas) [1981]
Roman- Das Parfum (Koku) [1985]
Hikâye - Die Taube (Güvercin) [1988] , Die Geschichte von Herrn Sommer (Herr Sommer'in Öyküsü) [1991] , Drei Geschichten und eine Betrachtung (Üç Buçuk Öykü) [1996]
Deneme- Über Liebe und Tod (Aşk ve Ölüm Üzerine) [2006]
Senaryo-Monaco Franze (1983) ve Kir Royal (1987)
Helmut Dietl'in yönettiği Rossini filmi için yazdığı senaryo, 1996 yılında Almanya Kültür Bakanlığı Senaryo Ödülü'nü kazandı. FAZ Edebiyat Ödülü, Toucan Ödülü ve Gutenberg Ödülü gibi diğer ödülleri reddetti.
Süskind; Münih'te, Seeheim'da (Starnberg Gölü kıyısında) ve Fransa'da (Montolieu'da) toplumdan uzak bir şekilde yaşamını sürdürmektedir. Kendisinin yaşamı hakkında çok az şey bilinmektedir. Kendisine verilen edebiyat ödüllerini reddetmekte, röportaj vermekten ve fotoğraf çektirmekten kaçınmaktadır.
Kitabın Çevirmeni
Tevfik Turan, Türk çevirmen. 1954’te doğdu. İstanbul Üniversitesi'nde Alman filolojisi okuduğu yıllarda başladığı çeviri çalışmalarını TTOK’da mütercimlik, Türk-Alman Eğitim Merkezi’nde Almanca öğretmenliği, İstanbul Üniversitesi'nde Almanca ve Hamburg Üniversitesi'nde Türkçe okutmanlığı yaparken sürdürdü. Doğum: 1954 (70 yaşında)
Kitap Künyesi
Kitap Formatı: Ciltsiz- İlk Baskı Yılı: 1997- Eser Formatı: Karton Kapak- Sayfa Sayısı: 264
Boyutlar: 12.6 x 2 x 19,5 cm- İlk Yayın Tarihi: 1985 Zürich’te Diagones yayınlarında -Özgün Adı: Das Parfum: Die Geschichte eines Mörders- Özgün Dili: Almanca
Comments